ÖZET
Bu makalenin amacı, Türkiye’de özellikle 2001 krizi sonrasında uygulamaya sokulan “uluslararası yolsuzlukla mücadele paradigması” reçetelerinin işlevselliğini, Türk siyasi yapısının iki temel karakteristiği üzerinden sorgulamak ve bu çerçevede söz konusu paradigma etrafında şekillenen, yolsuzluğun kaynağı olarak kamu kesimini ve aslen siyasetçiyi sorumlu tutan yaklaşımlara farklı bir bakış açısı getirmektir. İlk bakışta yolsuzlukla doğrudan ilintisi bulunmayan bu iki temel karakteristikten ilki, makalede, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri süregelen ve 12 Eylül askerî rejimi ile zirve noktasına taşınan otoriter devlet anlayışı olarak belirlenmektedir. İkincisi ise yine aynı dönemde ve aynı zihniyetle şekillendirilen, siyasi hayatın iç dinamiklerini belirleyen hukuksal kurumsal alt yapı olarak sunulmaktadır. Makalede, bu temel karakteristiklerin etkileri altında şekillenen toplumsal refleksler ve farklı toplumsal katmanların siyasetçi ile kurdukları ilişki biçimleri iki yönüyle irdelenmekte; bugün “uluslararası yolsuzluk paradigması”nın taşıyıcı kurumları tarafından yolsuzluk olarak nitelendirilen birçok faaliyetten Türkiye’de neden hâlen siyaseten vazgeçilemediği sorusuna cevap aranmaya çalışılmaktadır. Bu noktada çalışmanın temel savı, merkezine demokratikleşmeyi yerleştirmeyen Türkiye’deki her yolsuzlukla mücadele stratejisinin istenilen başarıyı sağlamaktan uzak kalacağıdır.